Patron işyerinde tasarruf yapmaya karar vermiş, en gereksiz gördüğü elamanı yani çaycı Şakir’i işten çıkarmıştı. Bundan sonra çalışanlar koridordaki çay makinesinden alacaklardı çaylarını. Artık zile basıp çay söyleme devri sona ermişti.
Halil Bey buna en çok üzülenlerdendi. Ama yeni duruma hemen adapte olup kendine büyükçe bir kupa aldı. Çayı çok sevdiği için günde bir kez kupasıyla koridora çıkıp çayını dolduruyordu.
Halil Bey odasını Tarık adında sevimsiz biriyle paylaşıyordu. Bu, zor beğenen, sürekli söylenen biriydi. Son zamanlarda “çay ne çabuk da tükeniyor ?” diye söylenmeye başlamıştı.
Halil Bey her seferinde bir söylenen lafa bir de elindeki büyükçe kupaya bakıyor, taşın kendine geldiğini anlıyordu. Halbuki çay makinesinin tüm çaylarını Halil Bey’in bitirmesi imkansızdı.
Halil Bey oldum olası Tarık’ı sevmezdi. Onun incitici, gelişi güzel söylenen sözlerinden kaçınmayı tercih ederdi. İş yerinde bir çaycı olmasının verdiği konfor gittiği gibi bir de Tarık’ın boş ama incitici laflarına katlanmak zorundaydı. Açıkçası Halil Bey bu günlerde kendini mutsuz hissediyordu.
Çaycıyı geri getiremezdi ama şu meymenetsiz herifin ağzına laf vermeyebilirdi. Kupa bardağı yerine kendine ince belli cam bardak aldı. Bu bardak küçük olduğu için daha fazla koridora çıkmak zorunda kalıyordu. Günde 8-10 bardak çay içen bir çay tiryakisi için bu biraz zahmetli de olsa şimdilik bulunan formül buydu.
Bu sefer de Tarık şaka yollu “Günün çay makinası ile koltuğun arasında geçiyor” demeye başladı. Halil Bey’in kaytardığını ima ediyordu. Bu Halil Bey için daha da çekilmez bir durumdu. Parasını hak ettiğini düşünüyor ama şu şom ağızlı adamı bir türlü susturamıyordu. Mümkün olsaydı odasını hemen değiştirirdi.
Halil Bey sırf Tarık ağzını açmasın diye işyerindeki en büyük keyfinden, çaydan vazgeçti. Artık çay içmiyordu ama hala mutsuzdu. Hem çaydan olmuştu hem de sevmediği bir insanın karşısındaki masada oturmasından rahatsız olmuştu. Şimdi adam konuşmuyordu ama kim bilir ne düşünüyordu ? Zafer kazandığını mı, yoksa yola getirdiğini mi ?
Halil Bey’in mutsuzluğu arttı, çaydan da vazgeçemediğini anladı. Ama ne yapmalıydı ?
Odasını değiştiremezdi ama masasının yönünü çevirebilir, çalışırken kulağına kulaklık takabilirdi.
Bu formül işe yaramıştı. Halil Bey büyük kupasını tekrar işyerine getirdi ve Tarık yokmuş gibi davrandı. Bu hakikaten işe yaramıştı. Ama bu sefer de Halil Bey’in beyin hücrelerini patronun önceki davranışı oyalıyordu. Ne diye çaycıyı işten atmıştı ki ? Bakalım bundan sonra daha neyini eksiltecekti ? Maaşını mı az verecek yoksa dar bir odaya tıkıp yanına birkaç lüzumsuz adam daha mı koyacaktı ?
İlk icraatına sez çıkaramadığına göre bunları yapsa gene gıkını çıkaramayacaktı. Halil Bey’in tepesine mutsuzluk bulutu yeniden çöktü. Düşüncesiz patronların zengin ve rahat hayatını, sevdiği işi yapan kişilerin yaşadıkları kişisel tatmin duygularını düşündü. Bunları düşünmek onu daha da mutsuzluğa sürüklüyordu.
Bir gün karısına bunları anlattı:
-Patron çaycıyı işten attı, çay keyfim bitti, mutsuzum!
Karısı beklemediği bir cevap verdi:
-Peki ya çaycı ?
Hiç bu açıdan olaya bakmamıştı. Halil Bey’in kaybettiği tek şey çay keyfi iken çaycı Şakir önce işini daha sonra da aile huzurunu kaybetmiş, çok daha az paraya, beter işlere razı olur hale gelmişti.
O an Halil Bey’in kara bulutları dört bir yana sıvıştı. Hayatta refah içinde yüzen patronlardan başkaları da vardı. Bunu düşününce mutlu oldu. Ve karısına cevap verdi:
-Ben çaycıyı düşündüm rahatladım, o kimi düşünsün ?
Karısı hazırcevap günündeydi:
-O da mezardaki dedesini düşünsün !
Ölmediğine, ölüp de cehenneme gitmediğine göre elbet kendinden sefil birileri vardı. Muhtaçlara el uzatmak erdemdi, ama bunu yapmayıp haline şükretmek bile mutlu olmak için yeterdi…