Dana Seyfi Kars’ın küçük bir köyünde dünyaya gelmişti. Gözlerini açar açmaz diğerleri gibi medet umarcasına avazı çıktığı kadar “möö” lemedi. Sakin bir tavırlar “yok mu bana süt verecek biri” der gibi sağa sola bakındı.
Gururlu bir buzağıydı Seyfi. Asla ezik gibi görünmek istemezdi. Fakat ağlamayana meme yoktu. Annesine usulca sokularak ilk yudumlarını almaya başladı.
Seyfi aynı zamanda titiz bir buzağıydı, çamura basmadan yürür, otların temizlerinden yerdi. Diğerleri ise çamura yatmaya bayılırlardı. Hele Bahattin 5 dakika önce yaptığı dışkının üzerine kıvrılıverecek kadar pis bir buzağıydı. Hain arkadaşları Seyfi’nin temiz kalmasına asla müsaade etmezlerdi. Ya kuyruk sallayarak ya da toynaklarını sürterek Seyfi’yi kirletmeye bayılırlardı.
Seyfi, Bahattin ve diğerlerine baktığında kendini onlardan üstün görürdü. Bunda Holştayn kırması olmasının da payı vardı. Diğerleri çoğunlukla yerli sığırlardı. Özenle baktığı siyah beyaz derisi ve iri yapısı Seyfi’yi gösterişli kılardı. İyi bir hayat, şerefli bir ölüm istiyordu.Hayallerinde çiftliğin tüm dişilerini döllemek, yaşlanınca da Kurban Bayramında kesilerek şehadet şerbetini içmek vardı.
Bu görünüşümle hiçbir düve bana karşı koyamaz diyordu. Asla dişilerin peşinden koşmayı düşünmüyordu. Bir gün gelecek “ayağa gelen” düveler çevremde dönecek diyordu.
Sonraki ilk bahar Seyfi artık irileşmiş bir danaydı. Dişilerin onun peşinde koşmasını beklerken tersi oldu. Düriye’yi uzaktan görür görmez iri gözlerine ve uzun kirpiklerine vuruldu. Hele tüyleri bir yerli sığıra göre oldukça can alıcıydı. Düriye’yi görür görmez ağzından salyalar akarak koşmaya başladı Seyfi.
Fakat o da ne ?
Düriye’nin yanında iri kıyım bir Simenter kırması duruyordu. Rakip danayı görünce yavaşladı, önce dananın etrafında kavis çizerek hem onu tanımaya hem de niyetini anlamaya çalıştı. Düriye ile ciddi değillerse Seyfi’nin bu kararlı duruşu karşısında çekip gidecekti.
Fakat Seyfi’nin temennisi gerçekleşmedi Simenter, Seyfi’yi görünce nefesini burnundan tehditkar bir şekilde püskürttü ve düello vaziyeti aldı.
Seyfi o zamana kadar hiç düello yapmamıştı. Hatta tüylerim kirlenmesin diye yalandan peşrev bile çekmemişti. Üstelik hiçbir antrenmanı da yoktu. Kendinden daha iri olan danaya kafa tutsa hezimete uğrayabilirdi. Fakat Düriye için her riske girebilirdi. Zaten kaçmak Seyfi gibi gururlu bir danaya yakışmazdı.
Düelloyu kabul eden Seyfi olanca hızla rakibine yöneldi. O an sadece koşmayı düşünüyordu. Nasıl mücadele edeceğini bilmiyordu. Tek dileği karşısındakini ürkütebilmekti.
Rakip dananın kendine hızla gelen Seyfi’ye tepkisi sadece kafasını öne eğip savunma pozisyonu almak oldu. Toslama anında Seyfi saldıran taraf olmasına rağmen yıldızları sayıyordu. Karşısındaki ise böyle bir toslamaya hazırlıklı olduğundan pek etkilenmedi. Seyfi kendine gelmeye çalışırken Simenter boynuzlarını Seyfinin boynuzlarının altından geçirip onu ittirmeye ve yukarı kaldırmaya başladı. Seyfi ne yapacağını bilemedi. Geri geri gidiyor, kafası yukarı doğru kalktığından hedeften uzaklaşıyordu.
Kısa sürede Simenter Seyfi’yi püskürtmeyi başarmıştı. Hayatının tek ama en acı yenilgisini alan Seyfi aynı zamanda Düriye’yi de kaybetmişti.
Bundan sonra Seyfi hayatı sorgulamaya başladı. Bugüne kadar bildikleri, düşündükleri hep yalan mıydı? Neden hep kaybediyordu? Kendinin en iyilere layık olduğunu düşünmesine rağmen hayat ona sürekli kelek yediriyordu. Belki de içinde bulunduğu sığır sürüsü yüzündendi. Sığır sürüsü, çoğunlukla yerli ırkın “şekilsiz ve cılız” bireylerinden oluşan temizliğe riayet etmeyen, işlerini kaba kuvvetle halleden sığırlardan oluşuyordu. Üstelik hiç düşünmüyorlar, biri ne yaparsa diğerleri de onu takip ediyordu. Hem ne diye çiftçinin malı olmalıydı ki? İstese akşam ahıra dönmeyebilirlerdi.
Bir süre sürüde “aydınlanma” oluşturmaya çalıştı Seyfi. “Gelin kendimizi yabana atalım, çiftçinin mahkumu olmayalım” dedi. Ama bunlar sığırdı. Sığır gelmiş sığır gideceklerdi.
Sonunda idealizmden vazgeçen Seyfi “En iyisi şereflice ölmek” dedi. Yaklaşan Kurban Bayramı Seyfi için bir fırsattı. İstediği gibi yaşayamasa da istediği gibi ölecekti. Fakat Seyfi’nin hayal kırıklığı serisi henüz sona ermemişti. Çiftçi Seyfi’yi Kurban Bayramında satmayarak çiftlikte bırakmıştı.
“Demek ki beni damızlık olarak ayırdı. Bu kadar hayal kırıklığı türlü türlü sıkıntılar derken nihayet sıra bana geldi. Çiftliğin tüm dişilerini tezgahımdan geçireceğim, uzun yaşam, bol yemek. Yaşasınnn!” diye düşünüyordu Seyfi.
Seyfi o seneki Kurban Bayram’ından 2 ay sonra Cemalettin Ağa’ya satıldı. Cemalettin Ağa onu oğlunun düğünü için satın almıştı. Düğünde herkes mutluydu. Rakı sofrasına meze olan Seyfi hariç!